Organik Tarımda Bitki Zararlıları ve Hastalıkları ile Mücadele

En çok merak edilen konulardan biri de organik veya doğal tarım yapanların bitkilerini hastalıklara ve zararlılara karşı nasıl korudukları konusudur. Aslında bitkileri yetiştirirken esas amacımız bu canlıları dış etkenlere karşı korumak değil, onları dış etkenlere karşı kendilerini koruyabilecekleri şekilde yetiştirmek olmalıdır.

Maalesef son yıllarda insan, hayvan veya bitki fark etmeksizin bütün canlıların hastalıklara karşı uç önlemlerle korunması, sakınılması gerektiği gibi absürt, sürdürülemez ve doğanın işleyişine tamamen ters bir fikir yaygın görüş haline geldi. Oysa Dünya’da hayat milyarlarca yıldır süre gelmektedir ve bu süre zarfında canlılar hayatta kalmak için her zaman bağışıklık sistemlerine güvenmişlerdir. Söylediklerim sakın yanlış anlaşılmasın, tıp biliminin nimetlerini bir kenara bırakıp, yolumuza sadece bağışıklığımıza güvenerek devam edelim demiyorum tabi ki. Benim tepkim, bağışıklığımızı yok sayan bakış açısına karşıdır. Halbuki canlılarda bağışıklık sistemi, aynı kas sistemi gibi çalışmaktadır. Nasıl ki güçlü bir kas sistemi için düzenli olarak ömrümüzün sonuna kadar hareket etmemiz ve iyi beslenmemiz gerekiyorsa, güçlü bir bağışıklık sistemi için de hayatımız boyunca patojenlere mücadele etmeli ve tabi ki iyi beslenmeliyiz. Aksi takdirde en basit patojenlere karşı bile direnç göstermekte zorlanan bir bağışıklık sistemi ile hayatımız boyunca ilaçlara mahkum bir hayat sürmek zorunda kalabiliriz. Bu kural aşağı yukarı bütün bitki ve hayvan türleri için geçerli bir kuraldır. O zaman bitkilerimizi hastalıklara ve zararlılara karşı nasıl koruyacağımızı düşünmeden önce, bu korumaya ihtiyaç duymayacak bitkileri nasıl yetiştirebileceğimizi öğrenmekte yarar var.

İlk adım olarak genetik seçilim ön plana çıkmaktadır. Eğer yaşadığımız bölgeye en uygun bitki çeşitlerinin seçilimine odaklanırsak, işin büyük kısmını halletmiş oluruz. Tohum konusu hakkında daha detaylı bilgi için Tohum Meselesi adlı yazımızı da incelemenizi tavsiye ederim. Her yıl daha dayanıklı bitkilerin tohumlarını saklayarak, genetik olarak bölgemizdeki; sıcaklık, nem, toprak, hastalık, zararlı vb. gibi faktörlere karşı en dayanıklı bitkileri üretmemiz mümkün olacaktır. Maalesef bu iş yıllar süren bir emek, sabır ve bol bol deneme gerektirmektedir. Ancak istikrarlı bir şekilde bu yöntem uygulandığı takdirde, ürettiğimiz tohumlar sonraki nesiller için gerçek bir gen mirası olacaktır. Bu noktada bir parantez de bitki türü seçimine açmak istiyorum; coğrafyanıza uygun olmayan bitki türlerini yetiştirmek konusunda ısrarcı olmamalı, yaşadığınız bölgenin dinamiklerini dikkate almalısınız.

İkinci adım ise bitkiyi biyolojik canlılık ve besin maddesi bakımından zengin bir toprakta, doğru zamanda büyütmekdir. Bu noktada esas amacımız bitkinin genetik gücünü, çevresel faktörlerle de destekleyerek potansiyeline ulaştırmak olacak. Bitkinin güçlü bir olgunluk çağı geçirebilmesi için aynı diğer canlılarda da olduğu gibi hayatının ilk dönemi son derece kritik öneme sahiptir. Bitkimiz genç haldeyken ihtiyaç duyduğu besin maddeleri, yararlı bakteriler ve mantarlara ulaşabilirse kendini dışarıdan gelecek tehditlere karşı en iyi şekilde savunmasını sağlayacak bağışıklık ajanlarını üretebilir. Kendini savunmayı öğrendikçe daha da güçlenir ve dışarıdan ciddi bir desteğe çoğu zaman ihtiyaç duymadan yaşam döngüsünü tamamlar.

Bir diğer önemli konu ise tarım yapmak istediğimiz alandaki çevre sağlığı, biyolojik zenginlik, diğer çiftçiler vb. gibi dış etkenlerdir. Bu dış etkenler arasında da en önemlisi de hayvanlardır. Bitkisel üretimde hayvanların etkisi hakkında daha detaylı bilgi için Bitkisel Üretimde Hayvanların Önemi adlı yazımızı da incelemenizi tavsiye ederim. Özellikle konvansiyonel tarımda yaygın kullanılan bazı pestisitler yararlı-zararlı ayırt etmeden canlıların çoğunu hedef almakta ve doğanın dengesini bozmaktadır. Bu gibi uygulamalar sonrasında bazı türlerin nüfusu azalırken, bazılarının da aşırı çoğalması gibi istenmeyen durumlar gözlenmektedir. Bu durum ise pestisitlere olan bağımlılığı arttıracaktır. Bu nedenle, organik tarımda zaten kullanımı yasak olan bu girdilerin, bölgedeki diğer çiftçiler tarafından da kullanımının azaltılması ve biyolojik dengenin korunması için kişilerin konu hakkında sık sık bilgilendirilmesi elzemdir. Ekolojik dengenin sağlandığı bölgelerde hiçbir canlı türü kontrolsüzce çoğalma şansı yakalayamaz. Eğer bitkilerinizin üzerinde bitler çoğalmaya başladıysa doğa yardımınıza uğur böceklerini, örümcekleri, asker böceklerini ve daha nice elemanını yollayacaktır. Yeter ki siz kimyasallarla toprağınızı kirletmeyin ve sabırlı olun.

Kesinlikle hayata geçirilmesi gereken bir diğer konu da ekim nöbeti (rotasyon) olmalıdır. Tek yıllık benzer bitki türlerinin her seferinde tekrar tekrar aynı yerde yetiştirilmesi toprağın belli besin maddeleri bakımından fakirleşmesine -yani bağışıklığı zayıf bitkiler yetişmesine- ve bitki zararlısının kontrolsüzce çoğalmasına neden olabilir. Bu nedenle bitki aileleri dikkate alınarak geliştirilecek 5 yıllık bir döngü, bu sorunun üstesinden gelinmesi için yeterli olacaktır. Kendi rotasyon planınızı hazırlarken internette kolaylıkla bulabileceğiniz kaynaklardan da faydalanabilirsiniz. Bu konunun detayları ile ilgili de kısa süre içerisinde sitemiz üzerinden başka bir yazı yayınlamayı planlıyoruz.

Bunlara ek olarak; kardeş bitki uygulaması, budama, doğru hasat, gölgeleme, örtme, drenaj, ot kontrolü vb. gibi daha birçok uygulama da dikkate alınmalı ve değerlendirilmelidir.

Tabi ki arzulanan dengeyi yakalamak yıllarca süren bir emek ve adanmışlık gerektiriyor. Bu süre zarfında kayıplarımızı minimuma indirmek için ise doğanın işine çok fazla karışmadan bazı basit müdahalelerde bulunabiliriz. Örneğin ekolojik denge bozuk olduğunda sayıları kontrolsüzce artabilen colorado patates böceği ve kokulu böcekler gibi böcek türlerini düzenli olarak elle toplamak faydalı olacaktır. Veya genellikle geceleri ortaya çıkan tırtıllara karşı organik tarım yönetmeliğine uygun bakteriyel ajanlar, mantari hastalıklara karşı da kaolin kili, kükürt gibi basit uygulamalar değerlendirilebilir. Ancak unutmayalım ki esas amacımız bu basit müdahalelere bile ihtiyaç duymadan, kendi kendine ayakta kalabilecek güçlü bir düzen oluşturmak olmalıdır.

Doğada kendi kendine yetişen bitkiler bizim yardımımıza ihtiyaç duymadan varlığını sürdürebiliyorken, bizim yetiştirmeye çalıştırdıklarımız kolaylıkla hastalanıyor ve kendilerini koruyamıyorlarsa bir yerlerde hata yaptığımızı kabul etmemiz gerekir. Günümüzde sorunun sebeplerine odaklanmak yerine semptom odaklı çözüm girişimleri ile geçici çözümler üretilmekte, uzun vadede ise sorunun üstü örtülerel daha da içinden çıkılmaz bir problem haline getirilmektedir. Çiftçiler ise bu çark içerisinde savrulmakta, her geçen gün artan maliyet ve sorunların altında ezilmektedirler. Her zaman söylediğim gibi; uzun vadeli yapısal ve bütüncül tarım reformları ile bu sürdürülemez tarım anlayışına acilen bir son vermek zorundayız.

Burak Alsan

 

İletişime Geç